6 Haziran 2012 Çarşamba


HAZİRAN GECESİ


Can günlüğüm, canım günlüğüm, ben geldim. Anlatacak o kadar çok şey var ki. Şimdi aç kulaklarını, ve beni iyi dinle. Yazımın sonunda seni sınav yapacağım dikkatle dinlemen de fayda var haberin ola. Sene M.Ö 2008. Bir haziran günüydü. Hava sıcak mı sıcak, yüzümüzden ve bilumum yerlerimizden fışkıran terlerin haddi hesabı yok. Herkes pür teleaş o yana bu yana koşturuyor. Sebebi malum,az sonra evden gelin çıkacak...
Gelen düğün konvoyunun kornoları birbiri ardına çalıyor. Dışarıya kapının önüne doğru çıkıyorum. Derdim gelin olan arkadaşımın dediği talimatı uygulamak, kardeşini bulup bir selam vermek tanışmak. Talimat bu. Neyse, kapının önünde orta boyu az geçik, kumral, bembeyaz tenli,epela gözlü, bir bebecik. Talimat üzerine geldiğimi ve yanlış anlamaması gerektiğini, gelinin arkadaşı olduğumu söylüyorum ve tanışıyoruz. Ve fakat elimi bir türlü bu yakışıklı bebeciğin elinden kurtaramıyorum, ellerimiz tokalaşır vaziyette halen, ve her nedense elim hızla terliyor... Gözleri gözlerime kiltili ve öylece hiç konuşmaksızın derin derin bakıyor elalarıyla kömür gözlerime. Nedense?
Akşam oluyor düğün derdi sarıyor herkescikleri. Omzumda bir el hissediyorum. Hafifce dönüyorum. Yumuşak kadife gibi bir ses diyor ki; bu akşam benimle dans eder misin? Aaa bilmem ki nasıl olur, olur mu ki derken hooooppp kendimi pistte, bu yakışıklı adamın kollarında buluyorum. Tam " ay hiç anlamam danstan falan" derken müzik kesiliyor. Gelin-damat masalarına çoktan oturmuş nikah kıyılmak üzere ve o da nesi herkes bize öcü görmüş gibi pörtlek gözlerle bakıyor. Aman Allaaaam ne oluyor derken, bir orta yaşlı ablacık gelip bize diyor ki; "Siz ne yapıyorsunuz böyle?" "Hiiiiçç dans ediyoruz, çokmu kötü ediyoruz yaaa" "Hayır ondan demedim,burda nikahtan önce dans olmaz,dönünde bi bakın etrafınıza!"

Aman Allaaaam biz piste sürü gibi çıkmıştık nerde bu millet? Tabi biz dumur. Neyse nikah kıyılıyor, dans bu sefer tam gaz. Hemen atıyoruz kendimizi piste. Gözlerimiz birbirine kiltili,kalbime de ne oluyorsa küt küt atıyor deli mi ne?
Düğünün üstünden bir hafta on gün geçiyor. Bir gün hiç beklemediğim anda telefonum çalıyor. Kadife seslim bu. Bu adının- ALİ- olduğundan fazlasını bilmediğim o güzel yüzlü yakışıklı bebecik... Hoş beş derken bir iki saati deviriyoruz telefonda. Benim yakışıklı asker tabi o zaman, zaman kısıtlı. Günler,aylar,yıllar derken bir gün bir bakıyoruz ki biz sevgili olmuşuz da haberimiz yok. Sıkıntılı bir sene geçiriyoruz. Çünkü sevdiceğim, aşk böceğim, trafik kazası geçiriyor ve bacağı kırılıyor. Yedi sekiz ay kadar sıkıntımız sürüyor. Çok şükür bu da geçiyor.
Sene M.S 2009. Burada millattan kasıt tam da anladığınız gibi, evet biz bir birimizin miladıyız, doğru bildiniz ve intertoydan ayıcık kazandınız,kargoyla yollarız ücreti alıcıdan,sevgiler selamlar. Neyse ne diyordum yine aklımı karıştırdın kız günlük, Allah seni bildiği gibi yapsın e mi? Sevdiceğimle ottan pırttan bir konudan dolayı küsüşmüşüz. Demişiz ki al mektuplarını ver mektuplarımı, hıh ben oynamıyom işte,ohçuk demişiz. Yarın da bayramın birinci günü. Bayramda küsüşmek olmaz deyip araşıyoruz dışarıda buluşyoruz. Tamam diyor sevdiceğim al mektuplarını ver mektuplarımı bidahada herkes mektubuna sahip çıksın diyor. Doğru söze ne hacet. Dışarıda gök delinmiş sanki.yağmur kıyamet yıkılıyor ortalık. El ele eve doğru çıkarken sevdiceğim ani ve kıvrak bir hareketle beni kendine doğru döndürüp şappadanak öpüyor. Ve "Benimle evlenir misin? Seni seviyorum" diyor. Allahım kalbim dörtnala koşuyor sanki. E..evet diyorum yarı kekeler  yarı konuşur haldeyim...
Sene M.S. 2011. Büyük gün gelmiş çatmış. Aslısı Kerem'ine kavuşacak ' evet'ler uçuşacak aşk yuvamıza doğru. Kınaydı,nikahtı,düğündü derken gözümüzü bir kapatıp açmışız bir de bakmışız ki dolu dolu dopdolu bir yıl olmuş evet diyeli. Ne güzel seninle uyumak,seninle yeni güne uyanmak. Seni sevmek ve sevildiğini bilmek ne kadar güzel... Bir bilsen...

Eveeet sevgili günlükçüm bakalım beni ne kadar iyi d,nlemişsin ufak bir teste tabi tutalım da görelim. Şimdik; sorumuz ahada bu," Aşağıdakilerin hangisi doğrudur?"
A- Ali ve Burcu birbirini çok seviyor.
B- Ali Burcu'yu çok seviyor.
C-Burcu Ali'yi çok seviyor.
D- Bu olayların hepsi bir haziran gecesinde olmuştur.
E- Hepsi.

Hadi kolay gelsin günlükçüm, öptüm şappadanak.

2 Haziran 2012 Cumartesi

KISA BİR REKLAM ARASI

Efendim nerde kalmıştık? Ufacık tefecik içi dolu turşucuk reklam aramızın ardından yine ve yeniden ben deniz karşınızdayım efenim. Bildiğiniz üzre üç senecik süren bir reklam arası vermiş idik. Şükürler olsun bitti ve kavuştuk. Ne iyi ettik değilmi a dostlar? Bu üç senede neler oldu neler. Şimdi ben bunları ehemmiyetine göre ve yangın anında kurtarılacak ilkler olarak sıraya ayırıciğim yüksek müsadenizle. E sizde bi zahmetçik okuyuverin artık. Buyurun efenim işte üç senenin dökümanı size ahada aşağıda; 
 1- SEVDİCEĞİMLE EVLENDİK. 
 2- TEYZE OLDUM.
 3-HALA OLDUM.
 4-ANNEANNE OLDUM.(ŞAKA ŞAKA PANİK YOK.)
 5-İŞİMDEN İSTİFA ETTİM. 
 6-BAŞKA İŞE BAŞLADIM. 
 7-KOVULDUM (ŞAKA AYOL GÜNLÜK)
 8-SEVGİLİ GÜNLÜĞÜM ANLATACAĞIM O KADAR ÇOK ŞEY VAR Kİ KAFANI SEVE SEVE ŞİŞİRECEĞİM HİÇ AMA HİÇ ÜZÜLME TAMAM MI? 


 Ah günlüğüm,öyle dolu,öyle dopdolu yıllardı ki bu yıllar anlatmasam olmaz,anlatsam anlamazsın,anlasan anlat derim anlatamazsın işte böyle de bi yol aldık bu zaman zarfında seninle. Ama benim sevgim ve şefkatim ve vefam ve yufka yüreğim seni asla yalnız bırakabilemez. Seni çok sevdiğimden asla kopabilemem. Sanmaki arada sırada gül cemalini görmeye gelmedim. Arada öyle yoldan geçen bir yabancı gibi uğrasamda,aklım hep sendeydi. Ama artık arayı o kadar açmaya hiç mi hiç niyetim yok. Günlükçü sözü. Sende söz ver bakim,anlattıklarımı kimseye anlatmayacaksın tamam mı kız? Heh şöyle,gel şimdi sana bi sarılayım,bir de yanak ver bakayım. Hıh ohh. Hadi sen iki kahve kap gel bende başlıyım anlatmaya ufaktan ufaktan. Falda bakarız kız demi,bakarız bakarız. Hadi anacım bekliyorum.

29 Ekim 2009 Perşembe

KRİZ BİZİ DE VURDU A DOSTLAR

KRİZ BİZİ DE VURDU A DOSTLAR


Günlükçüm ben geldim. Geldim de hiç hoş haberlerle gelmedim. Malumunuz kriz bizi teğet geçtiğinden! biz de bugün kepenk kapattık. Hoş belki de benim müdür olmamdan da olmuş olabilir ama neyse. Bu konuyu biz krize yükleyelim. Efenim şu dakikadan itibaren işsiz bir müdüre bulunmakta karşınızda. Ne diyelim Hayırlısı olsun. Önemli olan yarışmaktı. Artık önümüzdeki maçlara ve gelecek üç puana bakaceğiz ne yapalım…

Üç puan deyince, yahu kardeşim ne olacak bu gassarayın hali? El insaf be kardeşim. Bir takım hadi kendi kişisel şahsi münasebetlerinden ötürü almıyorsun maçı, amma ve lakin taraftarın için, sadece bir kerecik hatır belasına da mı almaz be kardeşim. Taraftarın suçu günahı ne? Maçı izlerken, paralanan k.ıçının devlet tarafından ödeneceğinin garantisi ne? Bir taraftar olarak sesleniyorum sayın yetkili, biz her Fenerbahçe-Galatasaray maçından sonra k.ıçımızın üzerine oturamayacak mıyız? Biz de fenerliler gibi emesen (msn) lerimize maçı hatırlatan abuk cümleler, kelimeler yazamayacak mıyız? Sorarım size…

Neyse ne, zaten işsiz kalmışım, kırmızı bültenle iş arıyorum. Zaten psikolojim yerle yeksan olmuş. Bir de maç konusuna girip iyicene zıvanadan çıkmayayım. Amaann ben de bir alemim yahu. Neyi dert ediyorum ki kendime! Ya da neyi niye dert ediyorum ki? Artık eczaneden ilaç almak için bir sürü para ödüyoz, daha yetmiyor maaştan birkaç misli kesiliyor. Neymiş katkı payı ve muayene ücretiymiş. Ulem biz bu devlete kata kata bi hal olduk. Sonuç? El el de, baş baş da… Sonuç? Kriz yine garibanın k.ıçında… Amaaan dert ettiğim şeye bak!

Bir de domuz gribi bulaştımıydı ver elini dinlenme tesisleri… Sonra arkandan helvalar karılılır, devlet büyükleri de kanal kanal gezerler ‘iyi bilirdik merhumeyi’ der ve bu dünyadaki görevini tamamlayıp göçüp gidersin paşa paşa.

Yok yaaaa, pışşıııkkkkkk. Yok öyle yağma. Biz de anamızın, babamızın hiç büyümeyen küçük kızıyız. Yok öyle kim vurduya gitme. Hayata karşı tırnaklarını çıkaracaksın, dişlerini göstereceksin. O seni üzdümüydü sen onu bin kat daha üzeceksin. Bunu yılmayarak yapacaksın. Çaba göstereceksin. Ondan sonra bak bakalım bileğini büke biliyorlar mı? Heh şöyle dik dur, omuzlar geride, göğüs dışarıda. BİZ TÜRK EVLADIYIZ, BİZE KİMSENİN GÜCÜ YETMEZ EVELALLAH…

Haydi gittim ben…

1 Ekim 2009 Perşembe

NİHAYET ARZ-I ENDAM EDEBİLDİM –AFFOLA-

NİHAYET ARZ-I ENDAM EDEBİLDİM –AFFOLA-



Pak sevgili, pek bi saygı değer, çok kıymetli günlükçüm. Bildiğin üzere uzuuuun uzun zamandır uğrayamadım. Halini hatırını sorup, bir ince belli de tavşan kanını içip, iki lafın belini karşılıklı kıramadık. Sebebi malum, iş, güç yanı sıra Bayram telaşesi vs. vs. vs. Ancak arz-ı endam edebildim affına sığınıyorum. Herkesler de olduğu gibi Ramazan ayında bendenizin de sindirim sistemi oldukça tembelleşti. Ve akabinde yine hastanelik oldum. Neyse ki tam teşekküllü! Hastanemizde oldukça iyi bir muayeneden geçtikten sonra sorunun ‘ bağırsaklarımın muzipliğinden’ kaynaklandığı kanısına varan dohtur amcaların ‘ az ye, sık ye, bol su iç’ talimatı üzerine evimizin yolunu tuttuk. Bu hadise arife gününe bir-iki gün kala patlak vermiştir…

Geçelim…

Arife günü öğlene kadar çalıştım ve öğleden sonrayı kendime tatil ilan ettim –Büyük büyük patronun pek hoşuna gitmese de.- Öğleden sonra çarşı pazar dolaşıp kendime bir güzel ciciler aldım. Aman yanlış anlaşılmasın bu çarşı pazar dolaşma işi öyle bir-iki saatlik bir iş değildi tam tamına beş buçuk saat süren, oruçlu halimle, çöllerde serap arayan mecnun gibi bir o yana, bir bu yana koşturmacası ve pek tabii tatlı telaşesi içinde yitip giden bir beş buçuk saat…

Son iftarımızı pek sevgili aile bireylerimle yaptıktan sonra kendimi kuaförüme aynı zamanda çok sevdiğim, samimi bir dostum olan hatun kişisine doğru giderken yolda buldum. Evden çıkarken saatin sekiz otuzu göstermesi, eve giriş saatimin en geç on buçuk olması gerektiğinin habercisi olsa da, evdeki hesap çarşıya pek tabii uymayacağından, eve giriş saatimin gece yarısını çoktan geçmesi evde ufak çaplı bir ‘kriz masası’nın kurulmasına neden olsa da, o geceyi en mesut ve en bahtiyar halimle sıcak yatağımda noktalamayı da başardım çok şükür.

Sabahleyin saat sekiz’i gösterirken mutfaktan yeni demlenmiş çayın kokusu, nar gibi kızarmış ekmeklerin albenili kokusu ile kol kola odamdan içeri süzülürken, hala uyumakta direnmek pek yakışık almayacağından, son sürat yataktan fırlayıp ‘sofranın en az rahatsız edilen’ köşesine rahatça ilişmenin zaferini bir kez daha yaşarken, tek tek mutfağa akın eden pek sevgili aile bireylerimin isyanı ve büyük tepkisi ile ‘sofranın en çok rahatsız edilen’ köşesine yani ‘çaydanlığa en yakın olan’ bölüme doğru transfer edildim. Bu demek oluyor ki; iş başa düştü. Bugün servisler bendenizden ne yazık ki…

Bayram sabahı döke saça da olsa, her işin üstesinden geldiğim gibi, bu işten de alnımın akıyla sıyrıldım. Pek sevgili aile bireylerim elbette ki beni yerime oturtmamak için isteklerini art arda sıralasalar da yılmadım. Ve başarıyla görevimi tamamladım. Pek sevgili aile bireylerim için kahvaltı şenliği, bendeniz için tam bir eziyet olarak geçen kahvaltının ardından abdestlerimizi alıp mezarlığın yolunu tuttuk. Ebedi istiratgahtan içeri girerken aklıma Adana’ daki mezarlıkta tabeladaki okuduğum yazı geliverdi. ‘BİZ DE GEZERDİK SİZ GİBİ, SİZ DE GELECEKSİNİZ BİZ GİBİ…’

Bekleyenlerimizi tek tek ziyaret ettik. Ruhumuzdaki derin boşluklarını, topraklarını okşayarak kapatmaya çalıştık, olmayacağını bile bile…

Kaybettiklerimizin yarası her ne kadar kabuk tutsa da, kabuğun altı hep kanıyor. Her geçen gün özlemimiz katbekat artıyor. Dudaklarımızda dualar, mekânlarının Cennet olmasını dilerken, duyguların dışa vurumu gözyaşlarımızda son buluyordu…

Eve dönüş yolunda herkes hiç kuşkusuz ahir ömrümüzün muhasebesini yapıyordu. Tıpkı benim yaptığım gibi… Bu ruh halimden pek kolay sıyrılamasam da, bugün nihayetinde Bayram’dı…

Biz de erken kalktık, en güzel giysilerimizi giydik ve pek tabii üzmedik annemizi Barış abinin dediği gibi. Pek sevgili aile bireylerimle bayramlaştık. Uzun uzun sarıldık bir birimize ve daha nice güzel bayramlara ulaşmayı temenni ettik. Sonra bendeniz bayram gezmelerimi hemencecik halledip, bekleyenimin yanına doğru yollandım. Kerem’i Aslı’sını bekliyordu. Çok sevdiğimiz arkadaşlarımızla beraber güldük, eğlendik… Ve bayramın birinci günü böyle bitti.
İkinci gün yine bayram ziyaretlerimizi yaptık. Ve akşam düğün için süslendik. Düğün salonunda Aslı ve Kerem karşılıklı göbekler attı, dans etti. Bizim için çok özel bir dans olmuştu bu.

Şunu itiraf etmeliyim ki; evlenenler ve düğün sahipleri en çok bu mutlu günün şerefine göbek atsalar da, benim en birinci göbek atmamın nedeni, Kerem’in feleğe atmış olduğu afilli çalımı kutlamaktı bir nevi. Yaşadığımız o karanlık günlerin acısını çıkarır gibi hiç durmadan, bıkmadan, usanmadan, gözlerimiz bir birine her değdiğinde her şeye ama her şeye inat gülümsüyorduk hayata…

Derken, Bayram’da bitti gitti, düğün de, tatil de…
Yine bir ‘işbaşı’ günü geldi çattı. Benim gibi hiç tatil yapamayan, haftanın sekiz günü, yirmi beş saat çalışan birisi için oldukça zor bir başlangıç olsa da ‘ ne yapalım, eppek parası’ demekten alıkoyamadım kendimi.

Eveeet sevgili günlükçüm, bir on beş günü özetledim sayılır. Arayı bu kadar açmak benim de hoşuma gitmiyor ama, imkanlar dahilinde, elim erdiğince, dilim döndüğünce gelip yazmak boynumun borcu. Anlayışın için teşekkür ediyorum ve şimdilik huzurundan ayrılıyorum.

Hoşça ve dostça kal.
Sevgiler en kocamanından…

31 Ağustos 2009 Pazartesi

DALDAN DALA

DALDAN DALA


Efendiiiim, hoş geldim sefa geldim, nerelerdeydim bir bilsen günlükçüm. Şimdi çatlama da en baştan anlatıverem. En birincisi ve benim açımdan en üzücüsü artık bilgisayarım yok. İnternet kafeler de sana zaman ayırabileciim, sen de artıkın kusura neyim kalmayaceksin baştan anlaşmıştık. İkinci şubeyi açıyoruz ya günlükçüm, ay dur kız sen onu da bilmiyorsun biz işyerinin ikinci şubesini açıyoruz pek bi yakında, işte onun telaşesi girdi araya, sonracıııma iftar yemekleri girdi araya.

Biliyosun bi yemek sözüm vardı koşan kaplumbağalara onu yerine getirdim, aklım da ‘gitti paracıklar’ sözü seyr-ü sefer ederken, dedimki dedim amannnnnnn dünya malı boş ver kızım ye, iç, gez, toz, hayatını yaşa, bas bas paraları leylaya, bidaha mı gelcen dünyaya demi heç dedim.

Şimdi günlükçüm konudan konuya, daldan dala atlayıvercem sen bi zahmet toparlarsın artık işin ne?, ne diyodum, heh, dün iş yerime iki tane hatun kişisi geldi, iyi, hoş, güzel, dediler aşıdan geliyoruz. Sen de git yaptır. İlerde bebelerin için, sağlıklı nesiller için gerekli dediler. İyimiş dedik gittik bugün aşımızı olduk, oldukta anacım bu nasıl bir eziyettir böyle kolum kıpramaz oldu. Ağrı tüm vicudumu bilfiil işgal etti.

Neyse işyerime geldim, demez mi büyük büyük patron kişisinin küçük küçük küçücük oğul kişisi ‘işler sıkışık temizliği siz yapıverin’ dedim şunun ağzının orta yerine sumsuğu bi çıkattır fukara sümüğü gibi yapışsın karşı duvara. ( tabi içimden dedim) Bir de bu kol ağrısıyla temizlik yaptım ya tadımdan yenmem artık. Neyse hadi daha iftara yetişecem anlatacak çok şey var da, sen daldan dala, daldan dala oldun evladım evladım, ben gideyim de ümüğüme iki lokma bişey gitsin.

Hadi özle beni, gittim ben. Mucukus.

21 Ağustos 2009 Cuma

AFET-İ DEVRAN

AFET-İ DEVRAN


Efendiiiim ben geldim, hoş geldim, sefalar getirdim. Di mi? Şimdi yine ne zırvalayacak bu kız anlatsa da dinlesek dediğinizi duyar gibiyim. Hemencecik başlıyorum. Düğüne gittik efenim. Evet, evet düğün. Yanlış olmasın ama ha, sosyete düğünüydü gittiğimiz düğün!... Herkes şık şıkıdım giyinmiş, abartılı abartılı makyajlar yapılmış, palyaçolar bir tarafta ortalığı sirke çevirmiş, havuz kenarında çok güzel bir sosyete düğünüydü yani yanlış olmasın!... Her şey iyiydi güzeldi de, hava çok soğuktu donduk. Ben ki, spor kıyafetlen gitmeme rağmen kalıp kalıp buz oldu her bi yanım. Neysem efenim, gecenin ilerleyen saatlerine yaklaşılınca bir anons geldi, ‘şimdiii karşınızda taaa nerelerden alıp gelidiğimiz şarkıcı kızımız, henüz tanınmayan ama ilerde tanınması umulan hatun kişisiiii’ Şak, şak şak şak şakkk…


Aman Yarebbim o da nesi öyle? Bir afet-i devran gözüktü uzaklardan bir yerlerden. Sapsarı saçlar, yemyeşil gözler, süp süper minisi bir sağa bir sola uçuşan gencecik bir kızceyiz… Ortalık alkış kıyamet… Hatun çıktı sahneye, şarkılar, türküler söyledi. Hakkını yemeyelim sesi çok güzeldi gerçekten. Ama işte Allah bir şeyi verince, bir şeyi de noksan bırakıyor demek ki!… Bu soğukta, bu rüzgarda giyersen o kadarcık süp süper miniyi, k.çında donar, başında. Yetmez de sağa sola verdiğin frikikle kalırsın işte öyle. Ha tabi içip içip zıvanadan çıkan sosyete aleminin beyfendilerinin taşkınlıklarına ve de sözle tacizlerine hiç girmiyorum. Girersek bu konuya uzar da uzar.Neysem efenim biz ne yaptık, çakışan kurlarımızın yarısını zor zahmet piste döktük ve evimize geldik.

Efendim malumunuz bugün Ramazan-ı Şerif’in birinci günü. Akşam sahura kalktık. Bizim mahalledeki davulcuya seslenmek istiyorum, geç kalıyorsunuz geç. Biz Elhamdülillah dedik sofradan kalktık, daha yeni geçiyorsun bizim sokaktan. Sana güvensek yandıydık be davulcu amca. He bi de gözünü sevem sen mani filan söyleme, vur davuluna geç. Davulunun sesi zaten ürkütüyor beni, bir de üzerine mani söylemen mahvetti. Uyku muyku haram oldu. Neysem yine de mutlu mesut sahurumuzu yapıp çok şükür, yattık. Uykumuza kaldığımız yerden devam ettik. Ettik etmesine de, ben hiç bu kadar saçma rüyalar görmez idim. Bir kendimi onbeş oscarlı bir filmin başrol oyuncusu olarak görüyorum, bir İngiliz kraliyet ailesinin son veliahtı olarak, bir sahil güvenlikçi olarak görüyorum kendimi… Daha neler neler. Ha bi ara da davul çalıyordum. Bayağıda iyiydim ha. Davulcu amca yakında rakip gelebilirim bak. Nasılsa parnak atmadığım yer kalmadı, bir gece ansızın karşında görürsen korkma emi?.

Neyse günlükçüm ben gideyim, senin de gözünden uyku akıyor uyu da dinlen barimine barim.


The son…

20 Ağustos 2009 Perşembe

HAYDİ ÇİMMEYE


HAYDİ ÇİMMEYE






Eveett pek sevgili günlük kardeşim, başım beladan, bela başımdan kurtulamaz bilirsin. Yine ne oldu diyecek olursan, hemen anlatayım. Şimdik bendeniz evin en küçüğü olma sıfatımdan yararlanarak yine bana göre uçuk sayılmayan ama pek sevgili aile bireylerime göre uçuk sayılan bir teklifte bulundum. Dedimkine, ‘Bakın pek sevgili annecim, babacım, ikizcim, abicim, yengecim, eniştecim, yaz bitiyor haydi çimmeye gidelim de ayaklarımız suya ersin’ dedim. Dedim de kimse ciddiye almadı. Babam arabanın benzini yok dedi, annem temizlik yapcem dedi, diğerleri de hadi len dedi. Ben ne yaptım? Pek tabi her zamanki taktiği uyguladım. Miyaaaaaaakk, viyaaaaaaaak, ciyaaaaaaaak… Sonuç mu?

Tabiî ki yollara düşülündü…Sabahın altısın da arabaya sıkış tepiş binilindi. Herkes bendenize hemen ezilmesi gereken bir böcek gibi bakıyordu. Çünkü en önde, en rahat oturan ben idim. Malumunuz bizim araba m.ö ikibinli yıllara dayanan soylu geçmişinden dolayı arada bir bizlere sormadan pattadanak yolun orta yerinde duruverir. Olup olmayacak yerlerde durur genelde. Bir kere şöyle elma ağaçları, erik ağaçları, vişne, kiraz, armut, böörtlen ağaçları olan bir yol kenarında durayım demez körolmayasıca. Yine bizi inekçik ve de diğer hayvancıkların öbek öbek bırakmış oldukları taze tezekçiklerin yakınlarında bir yerde bırakmasın mı?

Pek sevgili aile bireylerimden er kişiler hemencecik tamir işlemine koyulurken, bendeniz de pek sevgili aile bireylerim olan dişil kişilerden oldukça uzaklara biryerlere yürüyormuş gibi gibi yaparaktan, gayet sakin hiç bişecik yokmuş gibi davranaraktan aslında can güvenliğimi sağlama almış bulunuyor idim. Neysem bizim becerikli er kişileri arabayı en kısa sürede tamir ettiler!... Yaklaşık bi iki saat kadar sonra tekrar yollarda bulduk kendimizi. Aman Yarebbim bu nasıl güzel bir manzaradır, nasıl güzel… Yemyeşil ağaçlar, sevgiyle uçuşan kuşcuklar, sevgi pötürcüğü börtüler, böcekler… Güneş sapsarı iliklerimize kadar işlerken, ağaçların hışırtıları ninni edasıyla tam uykumuzu getirmişti ki o da ne? Aman Allah’ım, başka şey dileseymişim olacakmış. Kıpkırmızı kirazlar ‘gel bana, gel bana’ diyor, elmalar’ al beni, albeni’, böörtlenler ’ye beni, ye beni’… Durr diye bir reflekslen bağırmışım. Babam ne oluyo dedi. Dedimki dedim, baba dur ümüğümü körükleyem, hem gören gözün hakkı vardır, hak yemek günah sayılmaz hadi dur da ikicik elma neyim toplayam. Olmaz dedi, kesin ve net. Ama ama dedim, kaldım.

Elmalar bana , ben elmalara, kirazlar bana, ben kirazlara, böörtlenler bana, ben böörtlenlere melül melül bakakaldık. İçimden ılıcık ılıcık bir şeyler akıp gitti. Gözlerim dolu dolu oldu. Bu ayrılık çok dokundu. Derkeeennnn, Allah’ım bu gün tarihe geçmeli. Bizim dül dül başka bir elma ağacının yanında pat diye durmasın mı? Babam ‘kimse inmesin hemen hallederim’ dedi. Ama dül dülün benzini bitmişti. Fare olalı bir kedi tutmuştu bizimki. Sarılıp öpesim geldi. Tabiî ki indim arabadan ve tabiî ki daldım elma ağacına. Yidim de yidim, yidim de yidim…


Bi iki saate de benzin işi hallolduktan sonra akşam ezanı okunmasına beş kala ayaklarımızı havuza sokup gerisin geri döndük. Valla ben yine çok eğlenmiştim, birde yüzüme karşı ‘hep senin yüzünden oldu’ hömkürmeleri olmasaydı, çok daha mutlu, mesut, bahtiyar olabilirdim herhalde yani galiba.


Evet günlükçüm. Sen sen ol, midenin hazmedebileceğinden fazlasını yeme oldu mu? Ben bi gideyim de yüz numaranın hatrını sorayım.

Hadi gene gel, özletme günlükçüm.