KRİZ BİZİ DE VURDU A DOSTLAR
Günlükçüm ben geldim. Geldim de hiç hoş haberlerle gelmedim. Malumunuz kriz bizi teğet geçtiğinden! biz de bugün kepenk kapattık. Hoş belki de benim müdür olmamdan da olmuş olabilir ama neyse. Bu konuyu biz krize yükleyelim. Efenim şu dakikadan itibaren işsiz bir müdüre bulunmakta karşınızda. Ne diyelim Hayırlısı olsun. Önemli olan yarışmaktı. Artık önümüzdeki maçlara ve gelecek üç puana bakaceğiz ne yapalım…
Üç puan deyince, yahu kardeşim ne olacak bu gassarayın hali? El insaf be kardeşim. Bir takım hadi kendi kişisel şahsi münasebetlerinden ötürü almıyorsun maçı, amma ve lakin taraftarın için, sadece bir kerecik hatır belasına da mı almaz be kardeşim. Taraftarın suçu günahı ne? Maçı izlerken, paralanan k.ıçının devlet tarafından ödeneceğinin garantisi ne? Bir taraftar olarak sesleniyorum sayın yetkili, biz her Fenerbahçe-Galatasaray maçından sonra k.ıçımızın üzerine oturamayacak mıyız? Biz de fenerliler gibi emesen (msn) lerimize maçı hatırlatan abuk cümleler, kelimeler yazamayacak mıyız? Sorarım size…
Neyse ne, zaten işsiz kalmışım, kırmızı bültenle iş arıyorum. Zaten psikolojim yerle yeksan olmuş. Bir de maç konusuna girip iyicene zıvanadan çıkmayayım. Amaann ben de bir alemim yahu. Neyi dert ediyorum ki kendime! Ya da neyi niye dert ediyorum ki? Artık eczaneden ilaç almak için bir sürü para ödüyoz, daha yetmiyor maaştan birkaç misli kesiliyor. Neymiş katkı payı ve muayene ücretiymiş. Ulem biz bu devlete kata kata bi hal olduk. Sonuç? El el de, baş baş da… Sonuç? Kriz yine garibanın k.ıçında… Amaaan dert ettiğim şeye bak!
Bir de domuz gribi bulaştımıydı ver elini dinlenme tesisleri… Sonra arkandan helvalar karılılır, devlet büyükleri de kanal kanal gezerler ‘iyi bilirdik merhumeyi’ der ve bu dünyadaki görevini tamamlayıp göçüp gidersin paşa paşa.
Yok yaaaa, pışşıııkkkkkk. Yok öyle yağma. Biz de anamızın, babamızın hiç büyümeyen küçük kızıyız. Yok öyle kim vurduya gitme. Hayata karşı tırnaklarını çıkaracaksın, dişlerini göstereceksin. O seni üzdümüydü sen onu bin kat daha üzeceksin. Bunu yılmayarak yapacaksın. Çaba göstereceksin. Ondan sonra bak bakalım bileğini büke biliyorlar mı? Heh şöyle dik dur, omuzlar geride, göğüs dışarıda. BİZ TÜRK EVLADIYIZ, BİZE KİMSENİN GÜCÜ YETMEZ EVELALLAH…
Haydi gittim ben…
29 Ekim 2009 Perşembe
1 Ekim 2009 Perşembe
NİHAYET ARZ-I ENDAM EDEBİLDİM –AFFOLA-
NİHAYET ARZ-I ENDAM EDEBİLDİM –AFFOLA-
Pak sevgili, pek bi saygı değer, çok kıymetli günlükçüm. Bildiğin üzere uzuuuun uzun zamandır uğrayamadım. Halini hatırını sorup, bir ince belli de tavşan kanını içip, iki lafın belini karşılıklı kıramadık. Sebebi malum, iş, güç yanı sıra Bayram telaşesi vs. vs. vs. Ancak arz-ı endam edebildim affına sığınıyorum. Herkesler de olduğu gibi Ramazan ayında bendenizin de sindirim sistemi oldukça tembelleşti. Ve akabinde yine hastanelik oldum. Neyse ki tam teşekküllü! Hastanemizde oldukça iyi bir muayeneden geçtikten sonra sorunun ‘ bağırsaklarımın muzipliğinden’ kaynaklandığı kanısına varan dohtur amcaların ‘ az ye, sık ye, bol su iç’ talimatı üzerine evimizin yolunu tuttuk. Bu hadise arife gününe bir-iki gün kala patlak vermiştir…
Geçelim…
Arife günü öğlene kadar çalıştım ve öğleden sonrayı kendime tatil ilan ettim –Büyük büyük patronun pek hoşuna gitmese de.- Öğleden sonra çarşı pazar dolaşıp kendime bir güzel ciciler aldım. Aman yanlış anlaşılmasın bu çarşı pazar dolaşma işi öyle bir-iki saatlik bir iş değildi tam tamına beş buçuk saat süren, oruçlu halimle, çöllerde serap arayan mecnun gibi bir o yana, bir bu yana koşturmacası ve pek tabii tatlı telaşesi içinde yitip giden bir beş buçuk saat…
Son iftarımızı pek sevgili aile bireylerimle yaptıktan sonra kendimi kuaförüme aynı zamanda çok sevdiğim, samimi bir dostum olan hatun kişisine doğru giderken yolda buldum. Evden çıkarken saatin sekiz otuzu göstermesi, eve giriş saatimin en geç on buçuk olması gerektiğinin habercisi olsa da, evdeki hesap çarşıya pek tabii uymayacağından, eve giriş saatimin gece yarısını çoktan geçmesi evde ufak çaplı bir ‘kriz masası’nın kurulmasına neden olsa da, o geceyi en mesut ve en bahtiyar halimle sıcak yatağımda noktalamayı da başardım çok şükür.
Sabahleyin saat sekiz’i gösterirken mutfaktan yeni demlenmiş çayın kokusu, nar gibi kızarmış ekmeklerin albenili kokusu ile kol kola odamdan içeri süzülürken, hala uyumakta direnmek pek yakışık almayacağından, son sürat yataktan fırlayıp ‘sofranın en az rahatsız edilen’ köşesine rahatça ilişmenin zaferini bir kez daha yaşarken, tek tek mutfağa akın eden pek sevgili aile bireylerimin isyanı ve büyük tepkisi ile ‘sofranın en çok rahatsız edilen’ köşesine yani ‘çaydanlığa en yakın olan’ bölüme doğru transfer edildim. Bu demek oluyor ki; iş başa düştü. Bugün servisler bendenizden ne yazık ki…
Bayram sabahı döke saça da olsa, her işin üstesinden geldiğim gibi, bu işten de alnımın akıyla sıyrıldım. Pek sevgili aile bireylerim elbette ki beni yerime oturtmamak için isteklerini art arda sıralasalar da yılmadım. Ve başarıyla görevimi tamamladım. Pek sevgili aile bireylerim için kahvaltı şenliği, bendeniz için tam bir eziyet olarak geçen kahvaltının ardından abdestlerimizi alıp mezarlığın yolunu tuttuk. Ebedi istiratgahtan içeri girerken aklıma Adana’ daki mezarlıkta tabeladaki okuduğum yazı geliverdi. ‘BİZ DE GEZERDİK SİZ GİBİ, SİZ DE GELECEKSİNİZ BİZ GİBİ…’
Bekleyenlerimizi tek tek ziyaret ettik. Ruhumuzdaki derin boşluklarını, topraklarını okşayarak kapatmaya çalıştık, olmayacağını bile bile…
Kaybettiklerimizin yarası her ne kadar kabuk tutsa da, kabuğun altı hep kanıyor. Her geçen gün özlemimiz katbekat artıyor. Dudaklarımızda dualar, mekânlarının Cennet olmasını dilerken, duyguların dışa vurumu gözyaşlarımızda son buluyordu…
Eve dönüş yolunda herkes hiç kuşkusuz ahir ömrümüzün muhasebesini yapıyordu. Tıpkı benim yaptığım gibi… Bu ruh halimden pek kolay sıyrılamasam da, bugün nihayetinde Bayram’dı…
Biz de erken kalktık, en güzel giysilerimizi giydik ve pek tabii üzmedik annemizi Barış abinin dediği gibi. Pek sevgili aile bireylerimle bayramlaştık. Uzun uzun sarıldık bir birimize ve daha nice güzel bayramlara ulaşmayı temenni ettik. Sonra bendeniz bayram gezmelerimi hemencecik halledip, bekleyenimin yanına doğru yollandım. Kerem’i Aslı’sını bekliyordu. Çok sevdiğimiz arkadaşlarımızla beraber güldük, eğlendik… Ve bayramın birinci günü böyle bitti.
İkinci gün yine bayram ziyaretlerimizi yaptık. Ve akşam düğün için süslendik. Düğün salonunda Aslı ve Kerem karşılıklı göbekler attı, dans etti. Bizim için çok özel bir dans olmuştu bu.
Şunu itiraf etmeliyim ki; evlenenler ve düğün sahipleri en çok bu mutlu günün şerefine göbek atsalar da, benim en birinci göbek atmamın nedeni, Kerem’in feleğe atmış olduğu afilli çalımı kutlamaktı bir nevi. Yaşadığımız o karanlık günlerin acısını çıkarır gibi hiç durmadan, bıkmadan, usanmadan, gözlerimiz bir birine her değdiğinde her şeye ama her şeye inat gülümsüyorduk hayata…
Derken, Bayram’da bitti gitti, düğün de, tatil de…
Yine bir ‘işbaşı’ günü geldi çattı. Benim gibi hiç tatil yapamayan, haftanın sekiz günü, yirmi beş saat çalışan birisi için oldukça zor bir başlangıç olsa da ‘ ne yapalım, eppek parası’ demekten alıkoyamadım kendimi.
Eveeet sevgili günlükçüm, bir on beş günü özetledim sayılır. Arayı bu kadar açmak benim de hoşuma gitmiyor ama, imkanlar dahilinde, elim erdiğince, dilim döndüğünce gelip yazmak boynumun borcu. Anlayışın için teşekkür ediyorum ve şimdilik huzurundan ayrılıyorum.
Hoşça ve dostça kal.
Sevgiler en kocamanından…
Pak sevgili, pek bi saygı değer, çok kıymetli günlükçüm. Bildiğin üzere uzuuuun uzun zamandır uğrayamadım. Halini hatırını sorup, bir ince belli de tavşan kanını içip, iki lafın belini karşılıklı kıramadık. Sebebi malum, iş, güç yanı sıra Bayram telaşesi vs. vs. vs. Ancak arz-ı endam edebildim affına sığınıyorum. Herkesler de olduğu gibi Ramazan ayında bendenizin de sindirim sistemi oldukça tembelleşti. Ve akabinde yine hastanelik oldum. Neyse ki tam teşekküllü! Hastanemizde oldukça iyi bir muayeneden geçtikten sonra sorunun ‘ bağırsaklarımın muzipliğinden’ kaynaklandığı kanısına varan dohtur amcaların ‘ az ye, sık ye, bol su iç’ talimatı üzerine evimizin yolunu tuttuk. Bu hadise arife gününe bir-iki gün kala patlak vermiştir…
Geçelim…
Arife günü öğlene kadar çalıştım ve öğleden sonrayı kendime tatil ilan ettim –Büyük büyük patronun pek hoşuna gitmese de.- Öğleden sonra çarşı pazar dolaşıp kendime bir güzel ciciler aldım. Aman yanlış anlaşılmasın bu çarşı pazar dolaşma işi öyle bir-iki saatlik bir iş değildi tam tamına beş buçuk saat süren, oruçlu halimle, çöllerde serap arayan mecnun gibi bir o yana, bir bu yana koşturmacası ve pek tabii tatlı telaşesi içinde yitip giden bir beş buçuk saat…
Son iftarımızı pek sevgili aile bireylerimle yaptıktan sonra kendimi kuaförüme aynı zamanda çok sevdiğim, samimi bir dostum olan hatun kişisine doğru giderken yolda buldum. Evden çıkarken saatin sekiz otuzu göstermesi, eve giriş saatimin en geç on buçuk olması gerektiğinin habercisi olsa da, evdeki hesap çarşıya pek tabii uymayacağından, eve giriş saatimin gece yarısını çoktan geçmesi evde ufak çaplı bir ‘kriz masası’nın kurulmasına neden olsa da, o geceyi en mesut ve en bahtiyar halimle sıcak yatağımda noktalamayı da başardım çok şükür.
Sabahleyin saat sekiz’i gösterirken mutfaktan yeni demlenmiş çayın kokusu, nar gibi kızarmış ekmeklerin albenili kokusu ile kol kola odamdan içeri süzülürken, hala uyumakta direnmek pek yakışık almayacağından, son sürat yataktan fırlayıp ‘sofranın en az rahatsız edilen’ köşesine rahatça ilişmenin zaferini bir kez daha yaşarken, tek tek mutfağa akın eden pek sevgili aile bireylerimin isyanı ve büyük tepkisi ile ‘sofranın en çok rahatsız edilen’ köşesine yani ‘çaydanlığa en yakın olan’ bölüme doğru transfer edildim. Bu demek oluyor ki; iş başa düştü. Bugün servisler bendenizden ne yazık ki…
Bayram sabahı döke saça da olsa, her işin üstesinden geldiğim gibi, bu işten de alnımın akıyla sıyrıldım. Pek sevgili aile bireylerim elbette ki beni yerime oturtmamak için isteklerini art arda sıralasalar da yılmadım. Ve başarıyla görevimi tamamladım. Pek sevgili aile bireylerim için kahvaltı şenliği, bendeniz için tam bir eziyet olarak geçen kahvaltının ardından abdestlerimizi alıp mezarlığın yolunu tuttuk. Ebedi istiratgahtan içeri girerken aklıma Adana’ daki mezarlıkta tabeladaki okuduğum yazı geliverdi. ‘BİZ DE GEZERDİK SİZ GİBİ, SİZ DE GELECEKSİNİZ BİZ GİBİ…’
Bekleyenlerimizi tek tek ziyaret ettik. Ruhumuzdaki derin boşluklarını, topraklarını okşayarak kapatmaya çalıştık, olmayacağını bile bile…
Kaybettiklerimizin yarası her ne kadar kabuk tutsa da, kabuğun altı hep kanıyor. Her geçen gün özlemimiz katbekat artıyor. Dudaklarımızda dualar, mekânlarının Cennet olmasını dilerken, duyguların dışa vurumu gözyaşlarımızda son buluyordu…
Eve dönüş yolunda herkes hiç kuşkusuz ahir ömrümüzün muhasebesini yapıyordu. Tıpkı benim yaptığım gibi… Bu ruh halimden pek kolay sıyrılamasam da, bugün nihayetinde Bayram’dı…
Biz de erken kalktık, en güzel giysilerimizi giydik ve pek tabii üzmedik annemizi Barış abinin dediği gibi. Pek sevgili aile bireylerimle bayramlaştık. Uzun uzun sarıldık bir birimize ve daha nice güzel bayramlara ulaşmayı temenni ettik. Sonra bendeniz bayram gezmelerimi hemencecik halledip, bekleyenimin yanına doğru yollandım. Kerem’i Aslı’sını bekliyordu. Çok sevdiğimiz arkadaşlarımızla beraber güldük, eğlendik… Ve bayramın birinci günü böyle bitti.
İkinci gün yine bayram ziyaretlerimizi yaptık. Ve akşam düğün için süslendik. Düğün salonunda Aslı ve Kerem karşılıklı göbekler attı, dans etti. Bizim için çok özel bir dans olmuştu bu.
Şunu itiraf etmeliyim ki; evlenenler ve düğün sahipleri en çok bu mutlu günün şerefine göbek atsalar da, benim en birinci göbek atmamın nedeni, Kerem’in feleğe atmış olduğu afilli çalımı kutlamaktı bir nevi. Yaşadığımız o karanlık günlerin acısını çıkarır gibi hiç durmadan, bıkmadan, usanmadan, gözlerimiz bir birine her değdiğinde her şeye ama her şeye inat gülümsüyorduk hayata…
Derken, Bayram’da bitti gitti, düğün de, tatil de…
Yine bir ‘işbaşı’ günü geldi çattı. Benim gibi hiç tatil yapamayan, haftanın sekiz günü, yirmi beş saat çalışan birisi için oldukça zor bir başlangıç olsa da ‘ ne yapalım, eppek parası’ demekten alıkoyamadım kendimi.
Eveeet sevgili günlükçüm, bir on beş günü özetledim sayılır. Arayı bu kadar açmak benim de hoşuma gitmiyor ama, imkanlar dahilinde, elim erdiğince, dilim döndüğünce gelip yazmak boynumun borcu. Anlayışın için teşekkür ediyorum ve şimdilik huzurundan ayrılıyorum.
Hoşça ve dostça kal.
Sevgiler en kocamanından…
31 Ağustos 2009 Pazartesi
DALDAN DALA
DALDAN DALA
Efendiiiim, hoş geldim sefa geldim, nerelerdeydim bir bilsen günlükçüm. Şimdi çatlama da en baştan anlatıverem. En birincisi ve benim açımdan en üzücüsü artık bilgisayarım yok. İnternet kafeler de sana zaman ayırabileciim, sen de artıkın kusura neyim kalmayaceksin baştan anlaşmıştık. İkinci şubeyi açıyoruz ya günlükçüm, ay dur kız sen onu da bilmiyorsun biz işyerinin ikinci şubesini açıyoruz pek bi yakında, işte onun telaşesi girdi araya, sonracıııma iftar yemekleri girdi araya.
Biliyosun bi yemek sözüm vardı koşan kaplumbağalara onu yerine getirdim, aklım da ‘gitti paracıklar’ sözü seyr-ü sefer ederken, dedimki dedim amannnnnnn dünya malı boş ver kızım ye, iç, gez, toz, hayatını yaşa, bas bas paraları leylaya, bidaha mı gelcen dünyaya demi heç dedim.
Şimdi günlükçüm konudan konuya, daldan dala atlayıvercem sen bi zahmet toparlarsın artık işin ne?, ne diyodum, heh, dün iş yerime iki tane hatun kişisi geldi, iyi, hoş, güzel, dediler aşıdan geliyoruz. Sen de git yaptır. İlerde bebelerin için, sağlıklı nesiller için gerekli dediler. İyimiş dedik gittik bugün aşımızı olduk, oldukta anacım bu nasıl bir eziyettir böyle kolum kıpramaz oldu. Ağrı tüm vicudumu bilfiil işgal etti.
Neyse işyerime geldim, demez mi büyük büyük patron kişisinin küçük küçük küçücük oğul kişisi ‘işler sıkışık temizliği siz yapıverin’ dedim şunun ağzının orta yerine sumsuğu bi çıkattır fukara sümüğü gibi yapışsın karşı duvara. ( tabi içimden dedim) Bir de bu kol ağrısıyla temizlik yaptım ya tadımdan yenmem artık. Neyse hadi daha iftara yetişecem anlatacak çok şey var da, sen daldan dala, daldan dala oldun evladım evladım, ben gideyim de ümüğüme iki lokma bişey gitsin.
Hadi özle beni, gittim ben. Mucukus.
Efendiiiim, hoş geldim sefa geldim, nerelerdeydim bir bilsen günlükçüm. Şimdi çatlama da en baştan anlatıverem. En birincisi ve benim açımdan en üzücüsü artık bilgisayarım yok. İnternet kafeler de sana zaman ayırabileciim, sen de artıkın kusura neyim kalmayaceksin baştan anlaşmıştık. İkinci şubeyi açıyoruz ya günlükçüm, ay dur kız sen onu da bilmiyorsun biz işyerinin ikinci şubesini açıyoruz pek bi yakında, işte onun telaşesi girdi araya, sonracıııma iftar yemekleri girdi araya.
Biliyosun bi yemek sözüm vardı koşan kaplumbağalara onu yerine getirdim, aklım da ‘gitti paracıklar’ sözü seyr-ü sefer ederken, dedimki dedim amannnnnnn dünya malı boş ver kızım ye, iç, gez, toz, hayatını yaşa, bas bas paraları leylaya, bidaha mı gelcen dünyaya demi heç dedim.
Şimdi günlükçüm konudan konuya, daldan dala atlayıvercem sen bi zahmet toparlarsın artık işin ne?, ne diyodum, heh, dün iş yerime iki tane hatun kişisi geldi, iyi, hoş, güzel, dediler aşıdan geliyoruz. Sen de git yaptır. İlerde bebelerin için, sağlıklı nesiller için gerekli dediler. İyimiş dedik gittik bugün aşımızı olduk, oldukta anacım bu nasıl bir eziyettir böyle kolum kıpramaz oldu. Ağrı tüm vicudumu bilfiil işgal etti.
Neyse işyerime geldim, demez mi büyük büyük patron kişisinin küçük küçük küçücük oğul kişisi ‘işler sıkışık temizliği siz yapıverin’ dedim şunun ağzının orta yerine sumsuğu bi çıkattır fukara sümüğü gibi yapışsın karşı duvara. ( tabi içimden dedim) Bir de bu kol ağrısıyla temizlik yaptım ya tadımdan yenmem artık. Neyse hadi daha iftara yetişecem anlatacak çok şey var da, sen daldan dala, daldan dala oldun evladım evladım, ben gideyim de ümüğüme iki lokma bişey gitsin.
Hadi özle beni, gittim ben. Mucukus.
21 Ağustos 2009 Cuma
AFET-İ DEVRAN
AFET-İ DEVRAN
Efendiiiim ben geldim, hoş geldim, sefalar getirdim. Di mi? Şimdi yine ne zırvalayacak bu kız anlatsa da dinlesek dediğinizi duyar gibiyim. Hemencecik başlıyorum. Düğüne gittik efenim. Evet, evet düğün. Yanlış olmasın ama ha, sosyete düğünüydü gittiğimiz düğün!... Herkes şık şıkıdım giyinmiş, abartılı abartılı makyajlar yapılmış, palyaçolar bir tarafta ortalığı sirke çevirmiş, havuz kenarında çok güzel bir sosyete düğünüydü yani yanlış olmasın!... Her şey iyiydi güzeldi de, hava çok soğuktu donduk. Ben ki, spor kıyafetlen gitmeme rağmen kalıp kalıp buz oldu her bi yanım. Neysem efenim, gecenin ilerleyen saatlerine yaklaşılınca bir anons geldi, ‘şimdiii karşınızda taaa nerelerden alıp gelidiğimiz şarkıcı kızımız, henüz tanınmayan ama ilerde tanınması umulan hatun kişisiiii’ Şak, şak şak şak şakkk…
Aman Yarebbim o da nesi öyle? Bir afet-i devran gözüktü uzaklardan bir yerlerden. Sapsarı saçlar, yemyeşil gözler, süp süper minisi bir sağa bir sola uçuşan gencecik bir kızceyiz… Ortalık alkış kıyamet… Hatun çıktı sahneye, şarkılar, türküler söyledi. Hakkını yemeyelim sesi çok güzeldi gerçekten. Ama işte Allah bir şeyi verince, bir şeyi de noksan bırakıyor demek ki!… Bu soğukta, bu rüzgarda giyersen o kadarcık süp süper miniyi, k.çında donar, başında. Yetmez de sağa sola verdiğin frikikle kalırsın işte öyle. Ha tabi içip içip zıvanadan çıkan sosyete aleminin beyfendilerinin taşkınlıklarına ve de sözle tacizlerine hiç girmiyorum. Girersek bu konuya uzar da uzar.Neysem efenim biz ne yaptık, çakışan kurlarımızın yarısını zor zahmet piste döktük ve evimize geldik.
Efendim malumunuz bugün Ramazan-ı Şerif’in birinci günü. Akşam sahura kalktık. Bizim mahalledeki davulcuya seslenmek istiyorum, geç kalıyorsunuz geç. Biz Elhamdülillah dedik sofradan kalktık, daha yeni geçiyorsun bizim sokaktan. Sana güvensek yandıydık be davulcu amca. He bi de gözünü sevem sen mani filan söyleme, vur davuluna geç. Davulunun sesi zaten ürkütüyor beni, bir de üzerine mani söylemen mahvetti. Uyku muyku haram oldu. Neysem yine de mutlu mesut sahurumuzu yapıp çok şükür, yattık. Uykumuza kaldığımız yerden devam ettik. Ettik etmesine de, ben hiç bu kadar saçma rüyalar görmez idim. Bir kendimi onbeş oscarlı bir filmin başrol oyuncusu olarak görüyorum, bir İngiliz kraliyet ailesinin son veliahtı olarak, bir sahil güvenlikçi olarak görüyorum kendimi… Daha neler neler. Ha bi ara da davul çalıyordum. Bayağıda iyiydim ha. Davulcu amca yakında rakip gelebilirim bak. Nasılsa parnak atmadığım yer kalmadı, bir gece ansızın karşında görürsen korkma emi?.
Neyse günlükçüm ben gideyim, senin de gözünden uyku akıyor uyu da dinlen barimine barim.
The son…
Efendiiiim ben geldim, hoş geldim, sefalar getirdim. Di mi? Şimdi yine ne zırvalayacak bu kız anlatsa da dinlesek dediğinizi duyar gibiyim. Hemencecik başlıyorum. Düğüne gittik efenim. Evet, evet düğün. Yanlış olmasın ama ha, sosyete düğünüydü gittiğimiz düğün!... Herkes şık şıkıdım giyinmiş, abartılı abartılı makyajlar yapılmış, palyaçolar bir tarafta ortalığı sirke çevirmiş, havuz kenarında çok güzel bir sosyete düğünüydü yani yanlış olmasın!... Her şey iyiydi güzeldi de, hava çok soğuktu donduk. Ben ki, spor kıyafetlen gitmeme rağmen kalıp kalıp buz oldu her bi yanım. Neysem efenim, gecenin ilerleyen saatlerine yaklaşılınca bir anons geldi, ‘şimdiii karşınızda taaa nerelerden alıp gelidiğimiz şarkıcı kızımız, henüz tanınmayan ama ilerde tanınması umulan hatun kişisiiii’ Şak, şak şak şak şakkk…
Aman Yarebbim o da nesi öyle? Bir afet-i devran gözüktü uzaklardan bir yerlerden. Sapsarı saçlar, yemyeşil gözler, süp süper minisi bir sağa bir sola uçuşan gencecik bir kızceyiz… Ortalık alkış kıyamet… Hatun çıktı sahneye, şarkılar, türküler söyledi. Hakkını yemeyelim sesi çok güzeldi gerçekten. Ama işte Allah bir şeyi verince, bir şeyi de noksan bırakıyor demek ki!… Bu soğukta, bu rüzgarda giyersen o kadarcık süp süper miniyi, k.çında donar, başında. Yetmez de sağa sola verdiğin frikikle kalırsın işte öyle. Ha tabi içip içip zıvanadan çıkan sosyete aleminin beyfendilerinin taşkınlıklarına ve de sözle tacizlerine hiç girmiyorum. Girersek bu konuya uzar da uzar.Neysem efenim biz ne yaptık, çakışan kurlarımızın yarısını zor zahmet piste döktük ve evimize geldik.
Efendim malumunuz bugün Ramazan-ı Şerif’in birinci günü. Akşam sahura kalktık. Bizim mahalledeki davulcuya seslenmek istiyorum, geç kalıyorsunuz geç. Biz Elhamdülillah dedik sofradan kalktık, daha yeni geçiyorsun bizim sokaktan. Sana güvensek yandıydık be davulcu amca. He bi de gözünü sevem sen mani filan söyleme, vur davuluna geç. Davulunun sesi zaten ürkütüyor beni, bir de üzerine mani söylemen mahvetti. Uyku muyku haram oldu. Neysem yine de mutlu mesut sahurumuzu yapıp çok şükür, yattık. Uykumuza kaldığımız yerden devam ettik. Ettik etmesine de, ben hiç bu kadar saçma rüyalar görmez idim. Bir kendimi onbeş oscarlı bir filmin başrol oyuncusu olarak görüyorum, bir İngiliz kraliyet ailesinin son veliahtı olarak, bir sahil güvenlikçi olarak görüyorum kendimi… Daha neler neler. Ha bi ara da davul çalıyordum. Bayağıda iyiydim ha. Davulcu amca yakında rakip gelebilirim bak. Nasılsa parnak atmadığım yer kalmadı, bir gece ansızın karşında görürsen korkma emi?.
Neyse günlükçüm ben gideyim, senin de gözünden uyku akıyor uyu da dinlen barimine barim.
The son…
20 Ağustos 2009 Perşembe
HAYDİ ÇİMMEYE

HAYDİ ÇİMMEYE
Eveett pek sevgili günlük kardeşim, başım beladan, bela başımdan kurtulamaz bilirsin. Yine ne oldu diyecek olursan, hemen anlatayım. Şimdik bendeniz evin en küçüğü olma sıfatımdan yararlanarak yine bana göre uçuk sayılmayan ama pek sevgili aile bireylerime göre uçuk sayılan bir teklifte bulundum. Dedimkine, ‘Bakın pek sevgili annecim, babacım, ikizcim, abicim, yengecim, eniştecim, yaz bitiyor haydi çimmeye gidelim de ayaklarımız suya ersin’ dedim. Dedim de kimse ciddiye almadı. Babam arabanın benzini yok dedi, annem temizlik yapcem dedi, diğerleri de hadi len dedi. Ben ne yaptım? Pek tabi her zamanki taktiği uyguladım. Miyaaaaaaakk, viyaaaaaaaak, ciyaaaaaaaak… Sonuç mu?
Tabiî ki yollara düşülündü…Sabahın altısın da arabaya sıkış tepiş binilindi. Herkes bendenize hemen ezilmesi gereken bir böcek gibi bakıyordu. Çünkü en önde, en rahat oturan ben idim. Malumunuz bizim araba m.ö ikibinli yıllara dayanan soylu geçmişinden dolayı arada bir bizlere sormadan pattadanak yolun orta yerinde duruverir. Olup olmayacak yerlerde durur genelde. Bir kere şöyle elma ağaçları, erik ağaçları, vişne, kiraz, armut, böörtlen ağaçları olan bir yol kenarında durayım demez körolmayasıca. Yine bizi inekçik ve de diğer hayvancıkların öbek öbek bırakmış oldukları taze tezekçiklerin yakınlarında bir yerde bırakmasın mı?
Pek sevgili aile bireylerimden er kişiler hemencecik tamir işlemine koyulurken, bendeniz de pek sevgili aile bireylerim olan dişil kişilerden oldukça uzaklara biryerlere yürüyormuş gibi gibi yaparaktan, gayet sakin hiç bişecik yokmuş gibi davranaraktan aslında can güvenliğimi sağlama almış bulunuyor idim. Neysem bizim becerikli er kişileri arabayı en kısa sürede tamir ettiler!... Yaklaşık bi iki saat kadar sonra tekrar yollarda bulduk kendimizi. Aman Yarebbim bu nasıl güzel bir manzaradır, nasıl güzel… Yemyeşil ağaçlar, sevgiyle uçuşan kuşcuklar, sevgi pötürcüğü börtüler, böcekler… Güneş sapsarı iliklerimize kadar işlerken, ağaçların hışırtıları ninni edasıyla tam uykumuzu getirmişti ki o da ne? Aman Allah’ım, başka şey dileseymişim olacakmış. Kıpkırmızı kirazlar ‘gel bana, gel bana’ diyor, elmalar’ al beni, albeni’, böörtlenler ’ye beni, ye beni’… Durr diye bir reflekslen bağırmışım. Babam ne oluyo dedi. Dedimki dedim, baba dur ümüğümü körükleyem, hem gören gözün hakkı vardır, hak yemek günah sayılmaz hadi dur da ikicik elma neyim toplayam. Olmaz dedi, kesin ve net. Ama ama dedim, kaldım.
Elmalar bana , ben elmalara, kirazlar bana, ben kirazlara, böörtlenler bana, ben böörtlenlere melül melül bakakaldık. İçimden ılıcık ılıcık bir şeyler akıp gitti. Gözlerim dolu dolu oldu. Bu ayrılık çok dokundu. Derkeeennnn, Allah’ım bu gün tarihe geçmeli. Bizim dül dül başka bir elma ağacının yanında pat diye durmasın mı? Babam ‘kimse inmesin hemen hallederim’ dedi. Ama dül dülün benzini bitmişti. Fare olalı bir kedi tutmuştu bizimki. Sarılıp öpesim geldi. Tabiî ki indim arabadan ve tabiî ki daldım elma ağacına. Yidim de yidim, yidim de yidim…
Bi iki saate de benzin işi hallolduktan sonra akşam ezanı okunmasına beş kala ayaklarımızı havuza sokup gerisin geri döndük. Valla ben yine çok eğlenmiştim, birde yüzüme karşı ‘hep senin yüzünden oldu’ hömkürmeleri olmasaydı, çok daha mutlu, mesut, bahtiyar olabilirdim herhalde yani galiba.
Evet günlükçüm. Sen sen ol, midenin hazmedebileceğinden fazlasını yeme oldu mu? Ben bi gideyim de yüz numaranın hatrını sorayım.
Hadi gene gel, özletme günlükçüm.
19 Ağustos 2009 Çarşamba
YENİ BİR EZİYET ARIYORUM

YENİ BİR EZİYET ARIYORUM
Pek sevgili günlükçüm, işte geldim buradayım. Biliyorsun ben bu işte ustayım. Bilmiyor musun? Şu eziyet işinde diyorum, ustayım usta. Çaktın? Dur konuyu biraz daha açalım afyonun patlamamış daha, patlatıverem ben dur, hayırsever vatandaşlık görevimi yerine getireyim dur. Şimdiikk bildiğin üzre sabahın kör vakti kalkıyorum, annecimin hazırladığı enfes kahvaltı sofrasından iki, üç yudum kekip, annemi sabah sabah dellendirip, işe gidiyorum. Kuzucuklarım beni bekliyor oluyorlar sabahları kapı önünde. Oncağızlarla ilgileniyorum akşama kadar. E tabi ne kadar anormal gibi gözükse de bizimki de bir bünye sonuçta. Yoruluyor haliylen.
Neysem akşam iş çıkışı, ( yine saat dokuz olmuştu) eve atıyorum kendimi harap bitap düşmüş bir vaziyette. Gözlerimden uyku akıyor, öğlen yemek yiyememişim karnımda gümbede güm güm davullar çalınıyor. Ne yapmak lazım? Mutfağa dalıp anneciğin yaptığı yemeklerden biraz aşırmak tabi ki. Ama pek sevgili annecimin engeline takılıyorum, ‘Babanı bekleyeceğiz’ diyor. Eh peki o zaman diyorum balkonda biraz oturayım da kitap okuyayım diyorum, çıkıyorum demiryolu manzaralı güzel evimizin güzel balkonuna. Annem ve babamın kavga dövüş yaptıkları tahta sedirin üzerine bir güzel kuruluyorum. Kitaba başlıyorum. Sarmıyor bırakıyorum. ( Kitabın kötülüğünden değil, havamda olmadığımdan sarmıyor.) Babam geliyor, yememizi yiyoruz. Hadi gezmeye gidelim diyoruz. Şöyle bir yediklerimiz erisin. Çarşıya çıkıyoruz. Yolda pek sevgili aile bireylerimden abim ve yengemle karşılaşıyoruz. ‘Hadi bize gidiyoruz’ diyorlar. Kıramıyoruz. Hep beraber gidiyoruz.
Her şey iyi, hoş, güzel amma bu karın ağrısı da nereden çıktı bir türlü anlamıyorum. Halbuki o kadar çok yemekte yemedim. Bir kaç tabak nohut yemeği, birkaç tabak pilav, birazcıcık da salata. Çok mu? Haliylen yediğim yemekte bulmuyorum kabahati. Canım baya baya yanıyor ama çaktırmıyorum kimseciklere. Evimize geliyoruz. Allah’ım sanki karnımda iki tane fil tek kale maç yapıyor. Bu ne biçim karın ağrısıdır. Geçmek bilmiyor. Saat on iki buçuk suları. Çığlığı basıyorum. Ortalığı feryat figan götürüyor. Herkes telaşlanıyor doğal olarak. Biraz zulüm ettikten sonra filler ilk yarıyı bitiriyorlar. O ara fırsattan istifade uyuyorum. Sabaha kadar hem de.
Tamam, bünye alışık sabah yedi buçukta kalkmaya ama, sabahın kör vakti karnındaki maçın ikinci yarısına da alışık değil. Tamam, maçları çok severim. Hatta hiç kaçırmam. Hele ki gavur bir takımla oynuyorsak hiç mi hiç kaçırmam, tamam kabul futbolu seviyorum, inkarda etmiyorum. Tamam, futbolda beni seviyor, biliyorum. Ama canım sevginin de bir adabı var, ayıp yahu. Öyle vakitli vakitsiz sevgiye sevgi demem ben. Bu ne kardeşim. Bu filler futboldan soğutacak beni yahu. Yeter maç tatil, ofsayt, mofsayt yeter kardeşim bi çıkın gidin ama dimi ya. Yok anacım ne söylesem nafile. Kaptırmış bizimkiler. Bi öteki atak yapıyor, bi beriki. Süklüm büklüm oluyorum. Yüzümden ter fışkırıyor. Acaba diyorum, bu filler bağırsaklarımla ip mi atlamaya başladılar?
Saat öğlen olmuş, ben hala cebelleşiyorum karnımdaki canavarlarla. Yok diyorum bu böyle olmayacak bir doktora gidelim. Acilde alıyoruz soluğu. Annecim, babacım telaşlı. Hemen serum takıyorlar, dört kez kan alıyorlar, film çekiyorlar. Yatıyorum sedyeye. Tamam diyorum kızım, buraya kadardı. Hadi bakalım, dinlenme tesislerine gideceksin. İyi yolculuklar…
Doktor gelip gidip kontrol ediyor. Ağrıda değişme yok. Acil serviste beş saati devirmişiz bu arada. Başka bir doktor geliyor. Muayene ediyor ve demez mi hemen ameliyat? Ben daha pembe pancurlu evimde kırmızı pabuçlarımla gezecektim doktor diyorum. Ne diyon manyak, ameliyata girecen hazırlan diyor. E kıramıyoruz adamceyizi. Hafiften tırsıyorum ama gayet soğukkanlıyım. Teselli veriyorum aileme ‘ Tamam ya telaşa gerek yok altı üstü apandis alacak, panik yapmayın’ Tekrar kanlar veriliyor, filmler çekiliyor, sonuçlar bekleniyor. O gıcık ameliyat elbisesini giyip, bonemi takıyorum. Tamam kızım diyorum, şimdi iş ciddiye bindi. Hakketen yandın bu sefer. Tekerlekli sandalyeye oturuyorum, elimde serum şişesi. Başımda zebellan gibi adam sürüyor tekerlekli sandalyeyi. Aileme el sallıyorum. ‘Vatan için gidiyorum, sizin için döneceğim’ diyorum. Adam ıslık çalıyor, belliki beni panikletmemeye çalışıyor. Ama yemezler. Zaten tırsmışım. Her yanım zangır zangır titriyor. Birkaç boş koridordan geçiyoruz. Islık ara da yankı yapıyor. Şu ameliyat bi bitsin bu ıslık öttüren adamın başında dikilip akşama kadar ajdarın nane nanesini ıslıkla çalacam, evet bunu yapıcam söz diyorum kendime. Ve nihayet ‘AMELİYATHANE GİRİLMEZ’ yazısını görüyoruz. Adama diyorum en yumuşak sesimle ‘ Abi yasakları çiğnemesek, girilmez diyor baksana’ Adam pis pis sırıtıyor. Giriyoruz mecbur. Allah’ım o da ne? Bir yanda müzik sesi, bir yanda cerrahların ameliyat malzemelerinin sesi, bir yanda üç buçuk, üç buçuk sesi…
Elimi ayağımı bağlıyorlar sedyeye. Kocaman ışığı gözüme kadar sokuyorlar. Beni getiren adam ‘şimdi anestezi uzmanımız seninle konuşacak, rahatlatacak seni’ diyor. Anestezi uzmanı hatun hangi takımlısın diyor. ‘CİMBOM’ diyorum. ‘Ben de fenerliyim görecen sen birazdan’ diyor. Be şaşkın biraz politik davransana. İnsan takım tutmuyorum der. Belki yırtarsın. Kim bilir?. Gerçekten bu konuşmadan çok rahatlıyorum!... Çok yaşa anestezi uzmanı… Geliyor, sapsarı bişeyi sokuveriyor damarıma, ‘hadi iyi uykular’ diyor.
Harbiden iyi uyumuşum ama. Pek rahattı. Dert yok, tasa yok, ne ala memleket. Bi açıyorum gözlerimi annecim, babacım, abicim, yengecim, ikizcim, eniştecim, amcacım, halacım, ve daha sayamadığım bir sürü cım, cum, çin çan con… Gözlerim doluyor… Gerçekten insanın yanında sevdikleri olunca, acı macı vız geliyor…
E beni kesen doktor dilimden kurtulabilmiş mi dersiniz? Ya siz öyle sanın. Adam beni kestiğine, keseceğine pişman olmuş. Az daha istifa ediyormuş da, son anda engel olmuşlar. Kimden mi duydum? Hemşirelerdeeeen. Gidişini dört gözle bekliyoruz dediler bana. Ayılırken doktorceyize çok laf söylemişim. Ama hatırlamıyorum. Cidden. Ne dedim ki kırıldı bu kadar? Küfür ettim desem, küfür bilmem etmem, laf soktum desem hiç işim olmaz. Ne bileyim artık. İsitifa edesi gelmiş demek.
Şimdilerde kolum ağrıyor, doktora gidecem de yeni bir eziyet arıyorum. Bakalım kim olacak bu akşamki talihli pek sevgili izleyicimiz? Hep beraber göreceizzzz…
Neyse günlük çenem düştü. Ben gideyim de sen de evini neyim topla pis pasak içinde oturuyon. Nasıl rahat ediyon bilmem.
Hadi çüüş…
18 Ağustos 2009 Salı
ÇAKRALARIM AÇIK YAKLAŞMAYIN

ÇAKRALARIM AÇIK YAKLAŞMAYIN
Allah’ım sana geliyorum…
Şimdi diyeceksiniz ki ne diyor bu süper ileri zekalı hatun kız. Hemen açıklıyorum efenim. Şimdi bilmediğiniz ama şuan öğrendiğiniz üzre evin en küçük kişisi olmam bazı bazı aleyhime işlese de, çoğu zaman lehime çevirmesini bilmişimdir. Velhasıl kelam, uzun lafın kısası, efendime söyleyeyim bir hafta sonumuzu daha pek sevgili aile bireylerime zindan etmeyi başardım. Nasıl mı? Hafta sonunu müjdeleyen mübarek Cuma gününün gelmesi benim açımdan çok büyük sevinçle karşılanırken, pek sevgili aile bireylerimin yürekleri hobacık etmektedir. Çünkü bilirler ki uz durmam, uslu hiç durmam. İlla bir yerlere gitmeyi teklif ederim ve ısrarla birazda miyaklayarak bu isteğimi gerçekleştiririm.
Yine bir hafta sonu pek sevgili ailem, en güççük kızlarının isteği ile karşılaştılar. Miyaklama birazda yalvar yakar tarzıyla evde tıkılı kaldığımızı çok bunaldığımı gezmeye gitmek istediğimi söylememe ve dır dır etmeme dayanamayan pek sevgili aile bireylerim ertesi gün için söz verdiler Eskişehir’e gideceğiz diye. Yeni bir zafer kazanmanın haklı gururu ile odacığıma çekilip ne giysem diye düşünmeye koyulmuşken, sızıp kalmışım odanın orta yerinde. Sabah kahvaltı sofrasında ben yalnız kovboy pek sevgili aile bireylerim olan annem, babam, abim, yengem, ikizim ve eşine rüyamı anlatmaya başladım. Rüyamda İzmir’e gidiyormuşum, çok güzel karşılanıyormuşum herkesin elinde koca koca pankartlar Midas’a hoş geldin yazıyormuş, kazan kazan yemekler yiyormuşum, tam patlayacakken uyanıyormuşum diye anlatırken sofradan kahkahalar yükselmeye başladı. Sen akşama üzerini düzgün ört diye bayatlamış esprilerini kakalamaya çalışan pek sevgili aile bireylerim başımıza geleceklerini bilmiyorlardı, benim de bilmediğim gibi… Annecimin ‘biraz daha sündüklenirseniz otobüsü kaçıracaksınız’ hatırlatması ile apar topar hazırlanmaya başladık. Kimi çantasını kucakladı, kimi bavulları kucakladı, kimi bir birini kucakladı attık kendimizi dışarı. Otobüse yetiştik yetişmesine, ama yerleşmede bir problem vardı. Biz beş kişilik yer ayırtmıştık fekat üç kişilik koltuk boştu. Ben tombiş bir teyzenin yanına hemen park ettim ve geride kalan pek sevgili aile bireylerim iki koltuğa dört kişi oturmak sureti ile yolculuğumuz başlamıştı. Yanımdaki tombiş teyzenin kucağındaki zıpır kız çocuu ayağıma biraz daha az bassaydı beklide en rahat yolculuk eden ben olacaktım.
Öğlene doğru nihayet varmıştık adı eski olan ama kendi gün geçtikçe yenilenen şehir Eskişehir’ime… Biraz hamam yolu, doktorlar caddesi, kızılcıklı yaptıktan sonra adalarda içimizden yükselen ‘yaşasın yemek yemek’ seslerini daha fazla susturamadık. Daldık bir restorana. tıka basa doyunduk. Bu arada deli gibi çalan telefonumu abimin uyarması ile duydum. Arayan teyzemin oğlu idi. Cam kenarında oturduğumuz için aşağıdan bizi görmüş ve çabuk tıkanırsak bizi gezdireceğini söylerek masadan harıl yarıl kalmamızı sağlayan şahsiyetti yani. Yeterki gezmek olsundu. Gezdik, gezdik, gezdik… Ta ki akşamüzeri olup yorulduğumuzu fark edene kadar. Düşünmeye başladık en iyi nerede dinlenebilirdik. Tabii en güzel fikir yine bendenizden çıktı. Porsuk çayında bota binmeliydik. Hem de herkesin bindiği gibi üstü kapalı bota değil, üstü açık bota binmeliydik. Evet, evet bunu yapmalıydık. Hemen biletlerimizi aldık. Şanslı botu beklemeye başladık ki, benim bir türlü körelmeyen ümüğümün canı yeşil erik çekmesin mi? Yanıma aldığım gibi teyze oğlunu market aramaya başladık, bulduk, daldık içeri. Aldık canım yeşil erikleri. Kasaya geldik ama o da ne? Kasanın önü tıklım tıkış, mahşer yeri mübarek. Bekle bekle sıra gelmiyor. Nihayet işimizi halledip, bota koşturmaya başladık. İşte film orada koptu ya zaten. Bizim kafile küplere binmiş, üstü açık botu kaçırdık neredesiniz diye kükrüyor her biri. Biletler yenilendi, azarlar işitilindi ve nihayet uzaktan botumuz gözüktü. Bineceğimiz yere doğru yaklaşılındı ve ne görülündü? Botun üzerinde kocaman kocaman ‘MİDAS’ yazmasınmıydı.? İşte o anda kedime de inanamadım, şaşkın gözlerle bakan ve ‘kızım erdin mi ne yaptın’ diyen aile bireylerimdeki tırsınç yüz ifadelerine de. Bota bet beniz atık bir ifadeyle binerken aklımdan geçeni söyleyivermişti dudaklarım ‘ Ben Midas’ın yere düşüşünü de görmüştüm…’
Korkmayın canım. Beklenen olmadı. Batmadı botumuz. Gecenin kör vakti eve geldik olanı biteni anlattık annecimle babacıma. Herkescikler şaşırmıştı bu işe. Ansiklopediler açılındı. Midas bulunuldu. Bilgi edinildi. En kısa zamanda Midas’ın kulakları eşek kulakları hikayesi tekrar okunacak ve bu olay unutulmaycak diye söz verilindi. Ve pek sevgili aile bireylerim bir sonraki hafta sonu için şimdiden plan yapmaya, bu sefer işi şansa bırakmamaya karar verdiler. İhii…
Evet sevgili günlükçüm. Şimdilik anlatacaklarım bundan ibaret. Yine görüşeceğiz özletmem merak etme.
17 Ağustos 2009 Pazartesi
GÜNLÜĞE HİTABEN

Pek sevgili, pek bi saygı değer günlükçüm. Günlükçüm diyorum nereden bu samimiyet deyip şaşırma, çünkü; bundan kelli başının belası olacağım. Pektabi tatlı belası. Diyeceksin ki nereden çıktı bu kız. Hemencecik seni aydınlatayım ki ışığımdan faidelan. Şimdik aç kulaklarını iyi dinle: Bildiğin ve de yakından tanıdığın üzre İncegül kişisi benim çok sevdiğim ve faideli ışığından her zaman faidelendiğim, sıcak dost eli, şefkatli ana kucağı, yüreğe işleyen kadife sesli hatun kişisi aplam, annem, en yakınımdır. İşte onu her konuda olduğu gibi bu konuda da örnek almam çokta şaşılacak bir durum değildir.
Eeee kolay değil güüççük İncegül olmak. (Tırnağı olsam yeter gerçi.) İşte demem o ki; bundan kelli benimde derdimi dinlemek, yol göstermek, yanlış yaptığımda uyarmak, o da olmuyorsa sopalamak seninde günlük-i vazivelerinin başında gelmektedir. Bunu böyle bilesin. Sinirlenip en ağır lafları edersem (ki hiç adetim değil), aşka gelip güzel sözler söylersem, nevrim dönüp tekme tokat girersem, sakin davranmak, alttan almak, ve elinden geldiğince beni poh pohlamak da günlük-i vazifelerinin ikinci sırasını doldurmakta. Bakma böyle çok prensip sahibi bir şahsiyet gibi konuşmama, yeri geldiğinde biz de alttan almasını biliriz elbet. Bizde biliriz koyver gitsin demeyi. Gözlerini pörtletip bakma hemen.
Sonracıııııma, olur ya insanlık hali gelip halini hatrını soramadığım, iki laf edip dilimin şişini indiremediğim, çemkirip çemkirip rahatlayamadığım günler olursa mazur görmek sana, telafi etmek bana düşer. Bilincindeyim.
Yine olur ya insanlık hali, geldiğim de seni yerinde bulamazsam, havanda olmadığın bir gün veya başım ağrıyor uyuyacağım diyeceğin zamanlar olursa nütfen bir kaç gün önceden haber ver de ona göre ayarlıyayım kendimi. ( Çok acımasız, gaddar birisiyim dimi?, yok kızzzzzz yapar mıyım öyleler ben)
Kendimi anlatmama gerek yok yakında kendiliğinden tanırsın günlükçüm. Emin ol benim gibileri etrafında hiç yoktur :) Belliki sakin sessiz, küçük bahçende büyük domatesler yetiştiren, balkonunda köpürüklü kahveler içip, hafta sonu köpeciğine tişört giydirip gezdiren, mülayim bir ailenin mülayim bir ferdine benzesende Peri Kızı içindeki canavarı çoktan gördü. Onu azad edecek ve blog alemni başını şişirmeye yetecektir. Emin olabilirsin.
Saygılar sunar, büyükerimin gözlerinden, küçüklerimin ellerinden öper, yaştaşlarımın yanaklarını mıncırırım.
Haydi ben gittim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)